• Dr. İnanç A. Sözer

Merkez Bankası’nın zorlukları

10.05.2021 Pazartesi 10:01
Merkez Bankası son toplantısında beklentilere paralel olarak politika faiz oranını değiştirmezken bir grup iktisatçıya göre Eylül-Ekim ayı gibi, benim de içinde bulunduğum bazı ekonomistlere göre ise bir sonraki 17 Haziran toplantısında faiz indirilebileceğinin sinyalini verdi. Türkiye’de faiz de enflasyon da nereden bakarsanız bakın çok yüksek buna karşın potansiyeline ve geçmişine oranla oldukça düşük seviyelerde seyreden bir TL söz konusu…  Ama bir sebeple bu sıkıntılı tablo ile mücadele ediyoruz. Söz konusu sıkıntılar Merkez Bankası’nın manevra alanını da oldukça daraltıyor.

Peki, nedir bu zorluklar?

1)
Enflasyon oldukça yüksek; fiyatlama davranışları kalıcı bir şekilde bozuldu. Türkiye 2002-2005 döneminde kararlı bir şekilde enflasyonla mücadele ederek makus talihini tersine çevirmeyi ve 2004 ortalarından 2017 başına kadar tek haneli enflasyon dönemini yaşamayı başardı. Böylece 90’ların ortalarındaki üç haneli olan enflasyon, 2005-2016 dönemindeki 12 yıllık süreçte ortalamada %8,25 olarak gerçekleşti. Küresel çapta Türkiye’nin yıldızının parlamasında enflasyondaki bu muazzam başarı önemli bir rol üstlendi. Maalesef 2017 başından itibaren yeniden 90’ların alışkanlığına döndük, tabii bu sefer küresel koşulların etkisiyle üç haneli enflasyona eşdeğer olan yaklaşık son dört yılda yaşanan ortalama %13,8’lik enflasyon ile… Zira bu dönemde dünyada ve rakip ülkelerimizde fiyatlar yıllık bazda geriliyor veya %2-3 civarında artış kaydediyordu. Salgının etkileri azalmaya başladıkça tüm dünyada fiyatlar yükselirken Türkiye’nin de bundan kaçınması mümkün değil. O yüzden üretici enflasyonunda yakın zamanda yeniden %40’ı aşacak enflasyon rakamlarını görebiliriz, bu durum da tüketici enflasyonuna ve fiyatlama davranışlarına olumsuz yansımaya devam edecektir.

2) Gıda fiyatlarındaki yapısal sorunların herkes farkında ama çözümü yıllar alacaktır. Tedarik zincirlerindeki kayıplar/israflar başta olmak üzere, özünde kararlı, etkin ve yetkin bir tarım politikası uygulanmadıkça gıda fiyatları yapısal sorunlar yüzünden yüksek artışlarını sürdürecektir. Üstelik yüksek gıda enflasyonu, gelir adaletsizliğini özellikle düşük gelirli vatandaşların yaşam koşullarını maalesef daha da kötü etkileyecektir. Son günlerde, Antalya’daki çiftçilerin, hale götürmenin maliyeti getirisini aştığı için çöpe döktükleri biberlerin fotoğraflarını görmüşsünüzdür; hani İstanbul’da bugün markette 13 TL’ye satılan biberlerin… Yapısal sorunlara çözümü sadece devletten beklemek de doğru bir tutum olamaz. Karpuz düşkünü (öyle ki annem yıllardır babamı sadece karpuzla geçirdiği vakitlerden kıskanır) babamın şu gösterdiği duyarlılığı 84 milyon olarak gösterebilmeliyiz; “dövize ihtiyacımız had safhada iken, karpuzu da döviz ödeyip ithal ederek yiyeceksek, hiç yemeyelim daha iyi…"

3) TL reel olarak 90’ların bile gerisinde… TCMB verilerine göre, TL reel olarak 90’lardaki seviyesinden bile değersiz ve bu kadar zayıf TL dünya ihracatından daha fazla pay almamızı sağlamazken hayat pahalılığını da vatandaşların mutluluk düzeyini de oldukça olumsuz etkiliyor. Daha da acısı, piyasadaki tahminlere bakıldığında aşırı değersiz haline rağmen TL’nin yılın geri kalanında daha da değer kaybetmesine kesin gözüyle bakılıyor olması.

4) Ülke risk priminde yeni bir plato söz konusu… Bir ülkenin ve ülkedeki şirketlerin (risksiz getiri olarak tanımlanan ABD tahvil faizlerinden ilave) nasıl bir maliyete katlanarak borçlanabileceğini gösteren, Türkçeye kredi temerrüt takas primi olarak çevirdiğimiz (Credit Default Swaps, CDS) ülke risk primi Türkiye için ne yazık ki son yıllarda bir alt lige düştüğümüze işaret ediyor. Tek haneli enflasyon döneminde çift haneye kadar inen 5 yıl vadeli CDS’ler, 2018 başında 150 baz puan idi. Ne acıdır ki; o tarihten bu yana artık iki misli kötüleşmeyle CDS’ler 300 baz puana inebildiğinde, yorumcular “risk primi iyileşti” şeklinde değerlendirme yapar hale geldi! Enflasyonla kararlı bir şekilde mücadele ederek makroekonomik istikrarı iyileştirdiğimizde yeniden öngörülebilir ve potansiyelimize layık risk primleri ile rahat borçlanır hale gelebileceğiz ancak mevcut durumda bir alt lige düştüğümüzü fark ederek daha çok çalışmak zorundayız. Özellikle de kamu bütçe açığı hızla artma trendine girerken…

5) Yabancı yatırımcılar ilgisiz, yerli tasarruf sahipleri ise %20’ye ulaşan mevduat faizine rağmen döviz biriktirmeyi sürdürüyor. Düşük enflasyon döneminde yüklü doğrudan yabancı sermaye girişi görürken sağlanan güven ve iyimser beklentiler sayesinde Hazine tahvilleri başta olmak üzere sıcak sermaye olarak tabir edilen fon akımları da oldukça yüksek seviyelerde seyrederdi. Biz ekonomistler de o yıllarda, ülkenin istikbali için bu sıcak sermayeden istihdam sağlamadığı ve kısa vadeli olduğu için hoşnut olmayıp, doğrudan yabancı sermayenin artırılması için efor sarf edilmesi gerektiğini vurgulardık. Şimdi sıcak sermaye bile çok seçici ve kıt bir şekilde geliyor ve cari işlemler açığının finansmanını, hiç olmadığı kadar yüksek bir oranda döviz rezervleri karşılıyor. Yabancı yatırımcının tutumu bu iken yerli yatırımcının da faizlerin sürekli olarak artmasına rağmen TL’ye güvenmeyerek döviz mevduatlarını bozmaması dikkat çekiyor. TCMB’nin bir önceki başkanı Naci Ağbal’ın son faiz artırımını, henüz 200 baz puanlık artırım kararını açıklamadan önce, televizyonda eleştirirken de görmesini arzu ettiğim tablo tam olarak buydu. Türkiye’de artık Merkez Bankası diğer paydaşlarla güçlü bir şekilde desteklenmedikçe dolarizasyonu düşürecek bir faiz düzeyi konuşulan seviyelerin oldukça üzerinde olacaktır. 221,5 milyar dolarlık toplam döviz mevduatlarının %62’sinin 301 bin hesapta (bir kişinin birden fazla bankada hesabı olması durumunda mükerrer sayılmaktadır) olduğu dikkate alındığında, bu döviz mevduatı sahiplerinin TL’ye dönmesi için tek talebinin yüksek faiz oranı olmadığını da kabullenerek bir politika bileşimi izlemek gerekiyor.

6) Milli gelir büyüme oranları hormonlu da olsa yüksek seyrini koruyor ancak şirketlerin sürdürülebilir maliyetlerle likiditeye ihtiyacı had safhada… Türkiye ekonomisi artık kaybolan senkronizasyon nedeniyle reel olarak büyürken %5 daraldığı dönemden daha fazla işsizlik üretir hale geldi. Zira büyüme, görece az sayıda firmanın satışları ve yüksek enflasyon nedeniyle stok biriktirme arzusu, vatandaşların da TL’nin değer kaybedeceğine olan inancı nedeniyle görece yüksek ithal talebinden sağlanıyor. Çok sayıda firma ise hem likidite yoksunluğu hem de artan maliyetler nedeniyle gün geçtikçe artan bir şekilde nakit akım sorunları ile mücadele ediyor. Bu duruma çare olarak ya hızla enflasyonun düşürüleceği konusunda tüm kesimlerden kredibilite kazanmak gerekiyor ya da son yıllarda olduğu gibi enflasyonu umursamayıp bankaların daha fazla kredi vermesini sağlayacak KGF paketleri gibi bir teşvik mekanizmasını bir an önce hayata geçirmek gerekiyor. İkinci alternatifin söz konusu olması halinde, filmin sonu daha ağır bir maliyetle sona erecek olsa da birçok şirket maliyetine aldırmadan likiditeye kavuşmanın sevinciyle çarklarını döndürüp istihdamlarını da bir miktar artıracaklardır.

7) Son ve fakat en büyük zorluk, döviz rezervleri ile olası bir riske karşı müdahale yeteneği sınırlı. Kamuoyunda sıklıkla tartışıldığı için detaylıca bahsetmek istemiyorum. TCMB’nin son verilerine göre, brüt rezervler 87,9 milyar dolara, net rezervler 12 milyar dolara, TCMB’ye emaneten verilen swaplar hariç rezervler ise -60 milyar dolara gerilemiş durumda… Swapların sahipleri söz konusu dövizlerini hemen talep etmeyeceğinden çekirdek döviz rezervlerinin eksiye dönmüş olması hemen bir sorun oluşturmayacaktır hatta IMF’nin Temmuz-Ağustos gibi yapılacak yeni düzenlemesi sayesinde yaklaşık 6 milyar dolarlık da ilave bir rezerv katkısı Türkiye’ye gelecek. Ancak bunların hiçbiri TCMB’nin 2019 başından 2020 son aylarına kadarki olduğu gibi rezervlerini rahatlıkla kullanamayacağını gösteriyor; nitekim kasımdan beri de temkinli ve rasyonel bir rezerv yönetimi tercih ediliyor.

Sonuç olarak, Merkez Bankası’na ve yeni başkana söylenebilecek en iyi sözlerden biri bence Nev’in bir şarkısında gizli, “Zor, zor kadere emanet ettim seni…" Zira sorun bu sefer günümüzde sıklıkla yapılan eleştirilerden biri olan liyakat yoksunluğu değil, bahsettiğim mevcut zorluklar/çıkmazlar… TCMB; (yüksek büyüme oranlarına rağmen) reel sektörün birikimli olarak dördüncü yılına giren bilanço tahribatına çözüm olarak faizleri mi indirsin, yoksa makroekonomik istikrarı bir nebze olsun sağlayabilmek, zayıf TL, yüksek enflasyon, yabancı ilgisizliği ve yerli tasarruf sahiplerinin mevcut faizlerden dahi tatmin olmaması ile mücadele etmek için faizleri uzunca süre sabit mi tutsun (hatta artırsın mı)? Bu çıkmazların/zorlukların altından Merkez Bankası tek başına kalkamaz. Dolayısıyla son toplantısı ister haziran ister eylül ayında bir faiz indirimi sinyali olarak okunsun, esasında TCMB’nin faiz indirimi zamanlamasına da hatta ilk aksiyonunun faiz artırımı olup olmayacağına da karar verecek tek parametre kırılgan olmaya devam eden TL’nin seviyesidir. Ümit ederim ki, diğer paydaşlar Merkez Bankası’nı rasyonel ve güçlü aksiyonlarıyla bir an önce destekler de makroekonomide dengeler yeniden hızla tesis edilir. Aksi halde içinde bulunduğumuz zorluklarla daha yoğun ve daha uzun süre mücadele etmek zorunda kalacağız.

İyi bayramlar…

Tüm okuyucularımızın sevdikleriyle beraber Ramazan Bayramı’nı şimdiden kutlarım; yeniden huzurlu, mutlu, sağlıklı bayram tadında günlere ulaşabilmek dileğiyle…
 
Yazarın Önceki Yazıları